Merve’nin Hikayesi: Rakı-Balık (5.Bölüm)
- arafpodcast
- 25 Haz
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 30 Haz

Anlatmadan anlaşılmak mümkün mü?
Expat olmak, bazen her şeyin fazlasıyla ‘mümkün’ olduğu bir hayata geçiş gibi görünüyor: daha iyi iş koşulları, daha az stres, daha çok güvenlik. Ama bir yandan da insanın kendisini sürekli anlatmak zorunda kaldığı, her şeyin açıklanabilir olması gereken bir dünya. Yeni tanıştığın insanlarla ilişkiler nezaketli ama yüzeysel; derinlik bazen lüks gibi. Sohbetler planlı, samimi değil; anılar ve bağlar ise zamanla değil, stratejiyle kurulmaya çalışılıyor. Expat olunca, olduğun kişiden çok nasıl anlatıldığın önem kazanıyor.
Peki ya biz Türkler?
Bazen bir bakışla, bir şarkının sözleriyle, bazen de bir suskunlukta anlaşmaya alışmış bir kültürden geliyoruz. Anlatmaktan çok hissettirmeye, açıklamaktan çok paylaşmaya dayalı bir birlikteliğin çocuklarıyız. Belki de bu yüzden 'rakı-balık' dediğimiz şey sadece bir akşam yemeği değil; duyguların döküldüğü, yarım kalan cümlelerin tamamlandığı, suskunlukların bile anlaşıldığı bir duygusal alandır bizim için.
Her milletin anlatılamaz gelenekleri vardır, ama Türklerin “meyhane” kültürü bir başka: kimse kimseyi ‘etkilemeye’ çalışmadan, sadece ‘orada olunur’. İçilir, konuşulur, bazen susulur… ama hep birlikte yaşanır.
Rakı-balık'ı gerçekten bir yabancıya anlatabilir miyiz? Yoksa bu, sadece aynı dili değil, aynı duyguyu da paylaşanların anlayabileceği bir hal mi?
Yurtdışında yaşadıkça bu derin bağ özlemi daha da büyüyor sanki. Expat hayatı, konforlu ama bağlantısız. Güvenli ama sessiz. Ve belki de tam bu yüzden, içimizde taşıdığımız “anlatmadan anlaşılma” özlemi başka hiçbir yerde kendini bu kadar güçlü hissettirmiyor.
Bu bölümde konuğumuz olan Merve Yurtcan, 2019’den beri İtalya’da yaşıyor. Birleşmiş Milletler’de çalışan bir expat olarak, hem mesleki hem de sosyal çevresinde bu bağsızlığın, bu görünmezliğin etkilerini derinden hissediyor. Ama Merve, bağ kurma kültürünü çocukluğundan beri taşıyan biri. Cunda Ada’sında geçmiş bir çocukluk, müzikle yoğrulmuş bir gençlik… Şarkılarla, sessizliklerle ve meyhane masalarının ritmiyle büyümüş biri olarak, yurtdışındaki bu ‘hızlı’ ilişkiler ağında kendine bir alan bulmaya çalışıyor. Aynı masada saatlerce oturmadan, son şarkıya kadar kalmadan, biriyle gerçekten bağ kurmanın zorlaştığını gözlemliyor.
Ve belki de en çarpıcı fark şu: Türkiye’de bağ kurmak için bazen konuşmak bile gerekmezken, expat dünyasında her şey ‘ne söylediğine’ bağlı.
Ve insan, bazen bir meyhane masasında bulduğu bağın, bin kilometre ötede hala peşinden gidiyor olabilir.
Sen en son ne zaman hiç konuşmadan anlaşıldın?




Yorumlar